12 Şubat 2008 Salı

MALATYA Tarihi

MALATYA ADININ ASLI

Malatya, kuruluş ve isim itibariyle başlangıçtan zamanımıza kadar büyük bir değişikliğe uğramadan gelen Anadolu şehirlerinden birisidir. Kültepe vesikalarında "Melita" şeklinde görülen Malatya'dan Hitit vesikalarında "Maldia" olarak bahsedilmektedir. Asur lmparatorluk devri vesikalarında ise Meliddu, Melide, Melid, Milid, Milidia olarak geçmektedir. Urartu kaynaklarında ise Melitea denilmektedir. Malatya kelimesinin Hititçe "bal" anlamana gelen "Melid"den türediği anlaşılmaktadır. Hitit hiyeroglif kitabelerinde Malatya şehri, bir öküz başı ve ayağı ile ifade edilmektedir.[1]

Eski çağ coğrafyacılarından Strabon (M.Ö. 58- M.S. 21) Malatya'yı sürekli "Melitene" adı ile zikretmiştir. Kesin olarak yerini vermediği geniş bir alan içerisinde "Kataonia" ile Fırat Nehri arasında Kommagene sınırında Kapadokya Krallığı'nın (M.Ö. 280-212) on Valiliğinden birisi olarak gösterir. Ona göre Melitene, Sophene (takriben bugünkü Elazığ ile Fırat Nehri arasındaki bölgeyi ifade eder) nin karşısında kurulmuş bir eyalet olduğu kadar kentleri bulunmayan bir bölgenin adıdır. Strabon'a göre bu yöre; zeytin-üzüm ve meyva ağaçlarıy1a bezenmiş, Kapadokya'da bir benzeri bulunmayan tek yerdir.

Pline'ye dayanarak Malatya'nın Asur kraliçesi Semiramis tarafından "Meliten" adıyla kurulduğunu kayıt eder. Bu bilgi, daha sonraki çalışmalarda aynen doğrulanmıştır.

Gelişen Maldia-Melite ne (Malatya), Kalkomik çağdan beri iskan görmüş ve bugünkü Aslantapede 27 kültür katı bırakmıştır. Buradan 4 km. kuzeyde yer alan Battalgazi'ye M.S. 79-81 yıllarında Roma kralı Titus zamanında lejyon karargah olarak taşınmıştır. Yine şehre bu dönemde de Melitene adı verilmiştir. Artık bundan böyle bir şehir adı olarak bu isim kullanılmaya başlanacaktır. Roma şehir surları bu dönemde yapılmaya başlamıştır. Burası Roma devrinde, Hudutlarının korunması, coğrafi konumu ve jeopolitik önemi dikkate alınarak mühim bir merkez olarak muhafaza edilmekteydi. Bizans döneminde de bu değerini siyasi iktisadi bakımdan da korumuştur.[2]

Bizans-Arap mücadelesi sonucunda şehir" İslam hakimiyetine geçmiştir. (M.S. 659) Bizans kaynaklarında da Melitene şeklinde kullanılan Malatya şehir adı, Araplar tarafından, kadim şekline yakın bir imla ile "Malatiyye" adıyla anılmaya başlanacaktır. Araplar, "Sugür EI-Cezeriye "nin merkezi haline getirdikleri bu şehri aynı zamanda bölgenin en büyük ve mamur bir beldesi yapmışlardır. Abbaslerden Harun Reşit döneminde (M.S. 786-809) "EI-Avasım" adıyla oluşturulan müstakil bir idari bölgenin merkezi olma hüviyetini kazanır. Böylece Malatya, 1stanbul'a kadar uzanan Rum kazalarının hareket üssü olma özelliğini de taşır. Bu merkezin bir diğer özelliği ise Tarsus, Adana, Maraş şehirleri gibi Horasan'dan nakledilen Türkler'in önemli bir yerleşim yeri durumuna gelmiş olmasıdır. Malatya'ya çok eski zamanlardan beri çeşitli sebeplere bağlı olarak Türk yerleşiminin olduğu bilmekteyiz. Bu bölgede Türk varlığı, Arap - Bizans mücadeleleri sırasında ortaya çıkmıştır. Türkler, bu güzel ve önemli beldenin adını değiştirmeyerek Araplardan aldıkları Malatya şekliyle günümüze taşımışlardır. 11. yüzyıl başlarından itibaren Anadolu bir Türk yurdu haline gelmeye başlamıştır. Bu bölge de Türk-Bizans mücadelelerinin odaklaştığı şehirlerden biri olmuştur. 1056-1101 yılları arasında birkaç defa el değiştirmiştir. 1101 yılında Danişmenli Melik Muhammed Gazi'nin hakimiyetine geçen Malatya, bir daha kayıp edilmemek üzere Türk Beldesi haline getirilmiştir. Selçuklular döneminde "Vilayet-i Malatya" olarak anılan şehir, bir üstünlük ve asalet ifadesi olarak "Daru'r-Rifa" (Saadet, mutluluk yeri) olarak anılmıştır.

Memlüklü devleti kaynaklarında, DulkadirIiler ve diğer Türkmenlerle meskun olan Malatya ve havalisi için "İklim AI-Ozaria (Üzeyir Ülkesi) lakabı kullanılmıştır.

Osmanlılar döneminde aynı adla anılan şehirde , daha önce belirtildiği gibi, 1838 yılında Osmanlı ordusu ikamet ederek kışlamıştır. Yöre insanı Aspuzu bağları olarak bilinen yazlığa göç etmiş, orada yerleşerek bugünkü şehir oluşmuştur. Malatya, günümüze modern bir yapılanma ile gelirken asıl tarih çekirdeğini oluşturan Battalgazi (Eski Malatya), yöre insanının deyimi ile "Aşağı Şeher”, bugün turistik bir ilçe olarak varlığını sürdürmektedir. Bu bilgiler ışığında Malatya, isim olarak fazla bir değişikliğe uğramadan günümüze kadar gelmiştir.

Kayseri Tarihi

Kayseri Tarihi

İLK DEVİRLER

Kayseri çevresindeki en eski yerleşim alanı , şehrin 20 km kuzey doğusunda bulunan Kaniş Höyüğüdür. M.Ö. 2800 tarihinden Hellenistik Çağa kadar önemini koruyan merkezde, eski Tunç Devri, Asur Ticaret Kolonileri ve Hitit Çağları’ na ait bir çok belge bulunmuştur.

Hititler’ den sonra bölge Frig hakimiyetine geçmiş, daha ziyade Kızılırmak havzasında egemen olan frigler zamanında mazaka ön plana çıkmıştır. M.Ö 676 tarihinde Anadolu’ ya gelen Kimmerler ‘ in Kaniş ve Mazaka’ yı tahrip ederek, Frig hakimiyetine son verdikleri tarihi kaynaklarda belirtilmektedir.

Kaniş’ in önemini kaybetmesinden sonra, bölgenin kutsal dağı kabul edilen Argaios ‘ un ( Erciyes ) kuzey eteğindeki Mazaka ön plana çıkmıştır. Kimmerler’ in Asur ve Lidyalılar tarafından Anadolu’ dan atılmaları ile Mazaka , Lidya ve Med hakimiyetine girmiş ve devrin önemli ticaret merkezi olmuştur.

M.Ö 590 yılında Pers Kralı Kyros’ un Lidya Kralı Krisos ‘ u yenmesi ile bütün Anadolu ile birlikte Mazaka da Pers hakimiyetine girmiştir. İran ‘ dan bölgeye göç eden halk, kendi ülkelerine benzettikleri Argaios ( Erciyes ) ve çevresine yerleşmişlerdir.

KAPPADOKİA KRALLIĞI

M.Ö 332 yıllarında Ariarathes I , ilk Kappadokia Kralı olarak bağımsızlığını ilan etmiştir. M.S 17 tarihine kadar 349 sene hüküm süren bu krallığın başkenti Mazaka iken, Ariarathes V zamanında şehrin adı Eusebia olarak değiştirilmiştir. M.Ö 8 yılı içinde tekrar bir değişiklik yapılarak , Roma İmparatoru Ceasar ‘ ın adına izafeten CEASAREA ismi verilmiştir. O günden beri, 2000 senedir Kayseri ismi ile anılmaktadır.

ROMA DÖNEMİ

M.S 193-211 tarihleri arasında şehir stadyumu yapılmış ve önemli Roma şehirlerinde olduğu gibi bir çok yarışmaların merkezi olmuştur. Şehir surları ise , Roma İmparatoru Gordianus III zamanında ( M.S 241 ) yıllarında yaptırılmıştır. Dördüncü yüzyılın başlarında halk tamamen Hıristiyanlaşmış ve Kayseri bu dinin ilmi merkezi haline gelmiştir.

Roma İmparatorluğunun Doğu ve Batı olarak ikiye bölünmesi ile , Kayseri doğuda kaldığı için Bizans Şehri olmuştur. Bizans zamanında Arap ve İran ordularının yaptığı İstanbul seferleri sırasında Kayseri defalarca işgal edilmiştir.

KAYSERİ ‘ NİN TÜRKLEŞMESİ

Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan ‘ ın 1071 tarihinde Malazgirt’ te Bizans ordularını yenmesiyle Anadolu kapıları Türklere açıldı. Bu tarihten 15 sene sonra , 1085 yıllarında Kayseri’ yi artık bir Türk ve Müslüman şehri olarak görmekteyiz. Müslüman Türklerin hakimiyetinde Kayseri’ nin eski halkı olan Rum ve Ermeniler’ in birer mahallede toplandıkları , Çarşı, Pazar ve ticarette yavaş yavaş hakimiyetlerini kaybettikleri görülmüştür.

Şehir, süratle yapılan Camii, Han, Medrese , Hamam ve Çeşmelerle kısa bir sürede tam bir İslam Şehri kimliği kazanmıştır. Bir müddet Danişmendliler’ e merkez olan Kayseri özellikle Selçuklu Sultanı Uluğ Keykubad ( 1. Alaeddin Keykubad ) zamanında Türkiye Selçuklu Devletinin Konya ve Sivas ‘ la beraber üç başşehrinden birisi olmuştur. Danişmendi ve Selçuklu yönetimleri zamanında yapılan görkemli yapıların en önemlileri olarak; Camii Kebir , Güllük Camii ve Hamamı , Hunat Külliyesi , Şifaiye – Gıyasiye Medresesi , Hacı Kılıç Külliyesi, Lala Muhlisiddin Camisi, Sahabiye Medresesi, Kale Surları ve Yoğunburç sayılabilir.

MOĞOL HAKİMİYETİ

Selçuklu ordusunun 1243 tarihinde yapılan Kösedağ Meydan Savaşı ile Moğol ordusuna yenilmesi , Türk tarihinde bir dönüm noktası olmuş ve artık Anadolu’ da Moğol hakimiyeti başlamıştır. Gönderdikleri Valilerle Anadolu ‘ yu denetleyen Moğollar , 150 sene müddetle Kayseri ve Anadolu’ nun bütün maddi ve manevi kaynaklarını yağmalamışlardır. Moğol sömürüsü altında ezilen Selçuklu Devleti , bütün gücünü kaybetmiş ve II. Mesud ‘ dan sonra dağılarak, yerini beyliklere bırakmıştır. ( 1308 )

OSMANLI DÖNEMİ

Fatih Sultan Mehmet zamanında , Gedik Ahmet Paşa tarafından Karamanoğulları Beyliği’ ne son verilerek, Karaman, Konya ve Kayseri Bölgeleri Osmanlı toprağına katıldı. ( 1474 ) Kayseri 1476 ‘ dan itibaren Karaman eyaletine bağlı bir sancak merkezi oldu. 1839 tarihinde Bozok Eyaletinde, 1867 tarihinde de bağımsız sancak merkezi olarak Osmanlı idari taksimatında yerini aldı.

YAKIN DÖNEM

Cumhuriyet Döneminde 1924 tarihinde yapılan yeni anayasa ile vilayet yapıldı. Bilinen en eski dönemlerinden beri ticaret merkezi olan Kayseri’ de devletin öncülüğünde sanayileşme başlatıldı. Sırayla Sümerbank Dokuma Fabrikası, Tayyare Fabrikası, Anatamir Bakım Fabrikası, Askeri Dikim Evi kuruldu. 1950 ‘ den sonra Kayserili ticaretten sağladığı tasarruflarını sanayiye dönüştürmeye başladı. Bugün Kayseri , ortalama büyüklükte bir ticaret ve sanayii şehridir. Güçlenen Üniversitesi ile giderek bir kültür merkezi haline gelerek, eski ününü yakalama yolundadır.

Kral Kersopleptes ve Heraion Teichos

Uygarlığın Kökleri Trakya'da: Kral Kersopleptes ve Heraion Teichos

1998 yılında Tekirdağ-İstanbul yolunun 12. kilometresinde yol kenarındaki Harekettepe Tümülüsü'nün bulunduğu Heraion Teichos liman kentinde 2000 yılında başlatılan kazı çalışmaları sürüyor. Mimar Sinan Üniversitesi Arkeoloji Ana Bilim Dalı ve Tekirdağ Müzesi'nin birlikte yaptığı kazılar sonucu, zamanının önemli bir liman şehri olan Heraion Teichos'un, bir bölümü ile kuzey kapısı bulundu. Ayrıca, o döneme ait nadide figürlü seramikler, bol miktarda tanrıça figürleri ile bronz Trakya sikkeleri de ele geçirildi.

Yarımadada 3000 yıl süren köy ekonomisi modeli Avrupa kıtasına yayıldı. Avrupa'yı bugüne taşıyan temellerin, binlerce yıl önce Trakya Yarımadası'nda atıldığı belirlendi. Trakya'da kısıtlı olanaklarla yürütülen ve bilim çevrelerince -geç kalmış- olarak nitelenen çalışmalar, uygarlık tarihi açısından çok önemli bulguları gün ışığına çıkarıyor.

Avrupa ile Asya arasında köprü olan Trakya Yarımadası'nda insan yerleşiminin başlangıcı MÖ 6200 yıllarına dayanıyor. Bölgede tarıma dayalı köy ekonomisiyle yaşayan toplulukların Anadolu'dan buraya geldikleri bilinmektedir. Trakya'da 3000 yıl süren tarıma dayalı köy ekonomisi modeli, tüm Avrupa kıtasının uygarlık temelini oluşturan sosyo-ekonomik modeldir. MÖ 5500'lü yıllardan itibaren söz konusu modelin Avrupa kıtasının bütününe yayılmaya başladığı, 1993 yılında tamamlanan Enez Hocaçeşme kazısı sonucunda bölgedeki ilk tarım toplumunun izi bulunduktan, MÖ 6200'lere ait bu topluluğun yerel koşullara uyum sağlamış ve tarımı sürdüren bir hali de, halen sürdürülen Kırklareli'nin Aşağıpınar bölgesindeki kazılarda ortaya çıkarılmıştır. İşte bu bölge Anadolu kültürünün, Avrupa uygarlığının temellerini attığı ve Avrupa kıtasına açıldığı yerdir.

Trakya'ya adını veren uygarlığı kuran Traklar'ın yarımada tarihinin en önemli uygarlıklarından biri olduğu, Heredotos, Strabon gibi antikçağ yazarlarının yapıtlarında beyaz tenli, sarışın olarak tanımlanan Traklar'ın, Balkan kökenli oldukları düşünülmektedir.

Trak uygarlığının Helenistik dönemin başlarında Yunan kültürü ile karıştığı ve MÖ 1. yüzyılda tarih sahnesinden çekildiği, tüm yarımadaya ad vermeyi başaran Traklar'ın kurdukları şehirlere verdikleri isimlerin bugün de yaşamayı sürdürdüğü bilinmektedir.

Tekirdağ'a 18 kilometre mesafede bulunan Karaevlialtı mevkiinde sürdürülen kazılarda -Heraion Teichos- (Hera'nın Surları) adlı Trak şehrinin MÖ 5. yüzyıla ait surları açığa çıkarılmıştır.

Türkiye'deki arkeoloji çalışmaları yakın zamana kadar Batı Anadolu, yani Hellen Kültürü merkezliydi. Trakya'ya yıllarca barbaristan gözüyle bakılmış, 1936'da Atatürk'ün yönlendirmeleriyle kazılar başlamış, ama o çabalar da İkinci Dünya Savaşı nedeniyle durmuştur. Savaş sonrasında askeri yasaklı bölge olarak sınırlandırılmış ve arkeoloji çalışmalarının yapılması bir şekilde engellenmiştir. Tabii bu aldırmazlıkta Anadolu'daki geç döneme ait büyük anıtsal mimarilerin Trakya'da olmaması, Efes, Bergama gibi görsel çekiciliği olan yapıların bulunmaması ve Türkiye'deki arkeologların sayısının sınırlılığı da etkili olmustur.
Traklar büyük yapılar yapmamışlar. Büyük Bergama Sunağı yok ortada. Ama, bu onların uygarlık tarihine bir şey katmadıkları anlamına gelmiyor. Gerek Anadolu'nun, gerekse Balkanlar'ın kültürel oluşumuna büyük katkıları var.
Traklar'ın MÖ 2. binlere inen tarihleri olduğu bilinmektedir. Ama Traklar üzerine Avrupa'daki çalışmalar da tam olarak sonuçlanmış değil. Anadolu'da ise hemen hemen hiç çalışma yok. Son yıllarda biraz da tesadüfen ele geçen buluntular yavaş yavaş Trak tarihi araştırmasına doğru yönlendiriyor. Türk arkeologlarınca Traklar'ın MÖ 2000'lerde var olduğu, 1200'lerde ise bir kolunun Anadolu'ya göç ettiği bilinmekte. Hatta Frigler de Balkanlar'dan Anadolu'ya gelen bir halk. Bu Frigler'in eski adı Brigler'dir. Ama bunların MÖ 1200'lerde Anadolu'ya, hatta Orta Anadolu'ya kadar geldikleri bilinmekte de nerelere kadar yayıldıkları ve yerleştikleri çok iyi bilinmemektedir.

Bu höyük şeklindeki yerleşim MÖ 3. binlere kadar inen buluntu parçası verdi şimdiye kadar, ama yerleşim tabakalarına inilmesi gerekiyor ki Balkan kökenli halkların Anadolu'da ne zaman yerleştikleri ortaya çıkarılabilsin.
Kral Kersepleptes'in mezarı 1998 yılında Tekirdağ-İstanbul yolunun 12. kilometresinde yol kenarındaki Harekettepe Tümülüsü'nde ortaya çıkarıldı. Mezar sayesinde Trakya Odyris Krallığı'na ait önemli bir liman sehri olan Heraion Teichos da gün yüzüne çıktı. Kral mezarında bulunan, kraliyet çelengi, rahiplik çelengi, elbiseleri ve diğer buluntular ile kafatası ve kemikler üzerindeki incelemeler, tıp tarihi yazarı ve etlendirme uzmanı Prof. Dr. Ilter Uzel ile Doç. Dr. Osman Bengi tarafından yapıldı.

İpsala'da yaşadığı belirlenen Kral Kersepleptes'in, Makedon baskısı ile Heraion Teichos şehrine yerleştiği ve MÖ 351 yılında Makedon Kralı 2. Philip'in şehri ele geçirmesiyle, bölgenin Makedon egemenliğine girdiği bilinmektedir. Kral Kersepleptes savaş sonrası 10 yıl daha yaşamış ve MÖ 341 yılında Harekettepe Tümülüsü'nde bulunulan yere gömülmüştür.

Heraion Teichos'da 2000 yılından itibaren yapılan kurtarma neticesinde Akropol Surları'nın bir kısmı ve Kuzey Kapısı ortaya çıkarılmış böylelikle sit alanı genişletilmiştir. Kazı çalışmalarından önce yapılan yüzey araştırmaları sonucu, MÖ 4. ve 3. yüzyıllara ait çanak çömlek parçaları bulunmuştur. Toplam 218 sikkenin bulunduğu şehirde en ilginç tespit ise, Akropol'de yer alan, Traklar'ın son zamanlarına ait bir kült ve şifa merkezidir.

Şafak ŞALLI
30 Aralık 2003 Salı